İstanbul’un Sesini Kim Duyacak?ALİKEMAL KUMKUMOĞLU

YEREL YÖNETİMLER (İHA) - İhlas Haber Ajansı | 17.08.2013 - 23:59, Güncelleme: 29.12.2022 - 15:30 2202+ kez okundu.
 

İstanbul’un Sesini Kim Duyacak?ALİKEMAL KUMKUMOĞLU

1999 yılının 17 Ağustos'unda yaşanan Marmara Depremi'nin üzerinden tam 14 yıl geçti. Zaman birçok şeyin üstünü örtse de, 45 saniye süren felaketin izi hala belleklerimizde. Çocuklarının, eşlerinin üzerine yığılıp kalan insanlar, yarı beline kadar toprağa gömülmüş yıkık binalar, göçük altında kalanları arayan gönüllüler, enkazlar üzerinde yapılan "Sesimi duyan var mı?" haykırışları... Ve toz bulutu ardından ortaya çıkan acı sayısal gerçekler... 16 milyon insanımızın etkilendiği depremde resmi rakamlara göre: 18.373 ölü, 48.901 yaralı; 133 bin çökmüş konut ve600 bin evsiz kalmış insan. Bunlar, yaşarken dehşetle, kaygıyla, acıyla bir parçası olduğumuz, 14yıldır yavaş yavaş hafızamızdan silinen deprem gerçeklerimiz. Oysa yaşanan depremin ardından bize bunu hiç unutmamamız söylenmişti. Hatta zaman ilerledikçe daha fazla hatırlayıp, kaygılanmamız gerektiği... Çünkü 99 Depremi'nde Marmara Fayı'nın sadece bir kısmı kırılmıştı. İstanbul'dan Saros Körfezi'ne kadar uzanan ikinci kısmı ise "%60 ihtimalle 30 yıl içinde kırılır" denmişti. Şimdi geriyebunun sadece on beş yılı kaldı. Bu nedenle çok kaygılanmamız, yoğun hazırlık yapıyor olmamız gerek. Ama görünen o ki ne kaygılanan var, ne de hazırlık yapan. Oysa özellikle İstanbul'da beklenen depremin yaratacağı tahribat iki nedenle Marmara Depremi'nden bile büyük olacak. Birincisi; 99 Depremi'nin yaşandığı bölge önceden de birinci derecede deprem bölgesiydi. En azından, projeli binalar öyle bir depremi esas alan ölçülere göre yapılmıştı. Oysa İstanbul, depremin yaşandığı güne kadar ikinci derece deprem bölgesinde sayılıyordu. Depremden sonra birinci derece deprem bölgesine alındı. Yukarıdaki tespit şu anlama geliyor. Depremden önce İstanbul'da yapılan konutlar yasaların öngördüğü ölçülere uygun biçimde yapılmış olsalar dahi, İstanbul'da yaşanacağı varsayılan depreme karşı dayanıklı değiller. İkinci nedense bu durumu daha da vahim hale getiriyor. İstanbul'da yıkımlara ve can kayıplarına neden olacak kadar güçlü hissedilen depremin, yıkılmayan konutların mukavemetini ne kadar etkilediği bilinmiyor. İstanbul milletvekilliği yaptığım 5 yıl boyunca, kamunun ilgili kurum ve kişilerine ısrarla sorduğum, depremin İstanbul'daki yapıları ne kadar tahrip ettiğine yönelik sorularıma cevap alamadım. Sonuçta şu kanaate vardım. Bu sorunun cevabını ya onlar da bilmiyorlar ya da öyle vahim bir durumla karşı karşıyayız ki bunu söylemeye cesaret edemiyorlar. Ama her iki halde de, zaten birinci derece depreme dayanıklı olmayan konutların daha da zayıfladığı gerçeği karşımıza çıkıyor. Durum bu olunca bilime ve deprem gerçeğine inanan, ailesiyle birlikte İstanbul'da yaşayan bir yurttaş olarak kaygılanıyorum. En iyimser senaryoların yaşanacağı bir İstanbul depreminde; 40 ile 80 bin arasında insanımızın öleceği, 150 bin civarında insanımızın yaralanacağı, 50 binin üzerinde binanın tamamen çökeceği, 220 bin binanın ağır hasar göreceği öngörülüyor. Bu vahim durum karşısında, geçen 14 yılda İstanbul'da ne yapıldı diye bakıyoruz. Bazı okul,hastane, üst geçit, kamu binalarını yenileme ve güçlendirme çalışması... Hepsi bu. Vatandaşın içinde yaşadığı binaların dönüşümü için ne bir önlem, ne bir teşvik... En küçük bir depremde yerle bir olacağı yetkililerce tespit edilmiş, yüz binlerce yurttaşın yaşadığı binaları içindekilerle birlikte kaderine terk eden, bu binaları yenilemek yerine İstanbul'un boş alanlarını binalarla dolduran bir anlayış... *** Aslında son on yılda iktidar, İstanbul ve çevresinde, depremin yaratacağı hasarı büyük oranda engelleyecek kadar konut yaptı. Bütün KİTlerin kapatıldığı bir dönemde kurulan TOKİ ve KİPTAŞ isimli iki kuruluş aracılığıyla, sadece İstanbul'da 120 bin konut yapldı. Ama bu konutlar, hasar görmüş evlerinde çaresizlik içerisinde depremi bekleyen yurttaşlarımızın sorunlarına bir çözüm olmadı. Hatta yaşanacak sorunların daha da büyümesine neden oldu. Tam bir yağma anlayışıyla çalışan bu denetlenmez, hesap vermez yeni KİTler, inşa ettikleribinalarla depremde evleri yıkılacak vatandaşlara çadır kurmak için bile boş alan bırakmadı. Oysa bu kamu kurumları rant anlayışıyla değil; sorun çözme yaklaşımıyla konut yapsalardı bugün depreme hazırlık konusunda çok mesafe almış olabilirdik. Aynı sürede, aynı çaba ile depremde yıkılacak 120 bin konutu yenilemiş olurduk. Sonuçta belki bu kurumlar kar etmemiş olurlardı ama şimdi daha az kaygılı olurduk. Deprem bizi daha az korkuturdu. Biz de, yaşananlardan ders alıp gerekli önlemleri alarak kaygılarımızı azaltanlara teşekkür ederdik. Ama maalesef olmadı. Zaman ve imkan varken bunlar yapılmadı. Şimdi kendimiz, ailemiz, komşularımız ve İstanbullular adına soruyoruz. Belediyelerden, üniversitelerden, uluslararası kuruluşlara kadar yıkılacağı öngörülen 120 bin konutu dönüştürmek varken sırf rant oluşturmak amacıyla boş arazilere 120 bin konutu nasıl yaptınız? Bu dönüştürmediğiniz, depreme dayanıksız konutlarda öleceği varsayılan 40 ile 80 bin arasındaki yurttaşımızın sorumluluğunu nasıl üstleneceksiniz? İmkan varken almadığınız önlemler nedeniyle ölümüne sebep olacağınız çocukların, gençlerin, kadınların; siyasi, ahlaki, dini, vicdani yükünü nasıl taşıyıp hesabını nasıl vereceksiniz? Yoksa size hiçbir yerde hesap yok mu?
1999 yılının 17 Ağustos'unda yaşanan Marmara Depremi'nin üzerinden tam 14 yıl geçti. Zaman birçok şeyin üstünü örtse de, 45 saniye süren felaketin izi hala belleklerimizde. Çocuklarının, eşlerinin üzerine yığılıp kalan insanlar, yarı beline kadar toprağa gömülmüş yıkık binalar, göçük altında kalanları arayan gönüllüler, enkazlar üzerinde yapılan "Sesimi duyan var mı?" haykırışları... Ve toz bulutu ardından ortaya çıkan acı sayısal gerçekler... 16 milyon insanımızın etkilendiği depremde resmi rakamlara göre: 18.373 ölü, 48.901 yaralı; 133 bin çökmüş konut ve600 bin evsiz kalmış insan. Bunlar, yaşarken dehşetle, kaygıyla, acıyla bir parçası olduğumuz, 14yıldır yavaş yavaş hafızamızdan silinen deprem gerçeklerimiz. Oysa yaşanan depremin ardından bize bunu hiç unutmamamız söylenmişti. Hatta zaman ilerledikçe daha fazla hatırlayıp, kaygılanmamız gerektiği... Çünkü 99 Depremi'nde Marmara Fayı'nın sadece bir kısmı kırılmıştı. İstanbul'dan Saros Körfezi'ne kadar uzanan ikinci kısmı ise "%60 ihtimalle 30 yıl içinde kırılır" denmişti. Şimdi geriyebunun sadece on beş yılı kaldı. Bu nedenle çok kaygılanmamız, yoğun hazırlık yapıyor olmamız gerek. Ama görünen o ki ne kaygılanan var, ne de hazırlık yapan. Oysa özellikle İstanbul'da beklenen depremin yaratacağı tahribat iki nedenle Marmara Depremi'nden bile büyük olacak. Birincisi; 99 Depremi'nin yaşandığı bölge önceden de birinci derecede deprem bölgesiydi. En azından, projeli binalar öyle bir depremi esas alan ölçülere göre yapılmıştı. Oysa İstanbul, depremin yaşandığı güne kadar ikinci derece deprem bölgesinde sayılıyordu. Depremden sonra birinci derece deprem bölgesine alındı. Yukarıdaki tespit şu anlama geliyor. Depremden önce İstanbul'da yapılan konutlar yasaların öngördüğü ölçülere uygun biçimde yapılmış olsalar dahi, İstanbul'da yaşanacağı varsayılan depreme karşı dayanıklı değiller. İkinci nedense bu durumu daha da vahim hale getiriyor. İstanbul'da yıkımlara ve can kayıplarına neden olacak kadar güçlü hissedilen depremin, yıkılmayan konutların mukavemetini ne kadar etkilediği bilinmiyor. İstanbul milletvekilliği yaptığım 5 yıl boyunca, kamunun ilgili kurum ve kişilerine ısrarla sorduğum, depremin İstanbul'daki yapıları ne kadar tahrip ettiğine yönelik sorularıma cevap alamadım. Sonuçta şu kanaate vardım. Bu sorunun cevabını ya onlar da bilmiyorlar ya da öyle vahim bir durumla karşı karşıyayız ki bunu söylemeye cesaret edemiyorlar. Ama her iki halde de, zaten birinci derece depreme dayanıklı olmayan konutların daha da zayıfladığı gerçeği karşımıza çıkıyor. Durum bu olunca bilime ve deprem gerçeğine inanan, ailesiyle birlikte İstanbul'da yaşayan bir yurttaş olarak kaygılanıyorum. En iyimser senaryoların yaşanacağı bir İstanbul depreminde; 40 ile 80 bin arasında insanımızın öleceği, 150 bin civarında insanımızın yaralanacağı, 50 binin üzerinde binanın tamamen çökeceği, 220 bin binanın ağır hasar göreceği öngörülüyor. Bu vahim durum karşısında, geçen 14 yılda İstanbul'da ne yapıldı diye bakıyoruz. Bazı okul,hastane, üst geçit, kamu binalarını yenileme ve güçlendirme çalışması... Hepsi bu. Vatandaşın içinde yaşadığı binaların dönüşümü için ne bir önlem, ne bir teşvik... En küçük bir depremde yerle bir olacağı yetkililerce tespit edilmiş, yüz binlerce yurttaşın yaşadığı binaları içindekilerle birlikte kaderine terk eden, bu binaları yenilemek yerine İstanbul'un boş alanlarını binalarla dolduran bir anlayış... *** Aslında son on yılda iktidar, İstanbul ve çevresinde, depremin yaratacağı hasarı büyük oranda engelleyecek kadar konut yaptı. Bütün KİTlerin kapatıldığı bir dönemde kurulan TOKİ ve KİPTAŞ isimli iki kuruluş aracılığıyla, sadece İstanbul'da 120 bin konut yapldı. Ama bu konutlar, hasar görmüş evlerinde çaresizlik içerisinde depremi bekleyen yurttaşlarımızın sorunlarına bir çözüm olmadı. Hatta yaşanacak sorunların daha da büyümesine neden oldu. Tam bir yağma anlayışıyla çalışan bu denetlenmez, hesap vermez yeni KİTler, inşa ettikleribinalarla depremde evleri yıkılacak vatandaşlara çadır kurmak için bile boş alan bırakmadı. Oysa bu kamu kurumları rant anlayışıyla değil; sorun çözme yaklaşımıyla konut yapsalardı bugün depreme hazırlık konusunda çok mesafe almış olabilirdik. Aynı sürede, aynı çaba ile depremde yıkılacak 120 bin konutu yenilemiş olurduk. Sonuçta belki bu kurumlar kar etmemiş olurlardı ama şimdi daha az kaygılı olurduk. Deprem bizi daha az korkuturdu. Biz de, yaşananlardan ders alıp gerekli önlemleri alarak kaygılarımızı azaltanlara teşekkür ederdik. Ama maalesef olmadı. Zaman ve imkan varken bunlar yapılmadı. Şimdi kendimiz, ailemiz, komşularımız ve İstanbullular adına soruyoruz. Belediyelerden, üniversitelerden, uluslararası kuruluşlara kadar yıkılacağı öngörülen 120 bin konutu dönüştürmek varken sırf rant oluşturmak amacıyla boş arazilere 120 bin konutu nasıl yaptınız? Bu dönüştürmediğiniz, depreme dayanıksız konutlarda öleceği varsayılan 40 ile 80 bin arasındaki yurttaşımızın sorumluluğunu nasıl üstleneceksiniz? İmkan varken almadığınız önlemler nedeniyle ölümüne sebep olacağınız çocukların, gençlerin, kadınların; siyasi, ahlaki, dini, vicdani yükünü nasıl taşıyıp hesabını nasıl vereceksiniz? Yoksa size hiçbir yerde hesap yok mu?
Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve katilimcimaltepe.com.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.