Muhammed Rıdvan SADIKOĞLU
Köşe Yazarı
Muhammed Rıdvan SADIKOĞLU
 

GELİN BAYRAM OLALIM!

GELİN BAYRAM OLALIM! 2020 yılı Ramazan ayı veda etmek üzere. Zira hayat, hiç ara vermeden devam ediyor ve zaman, belirlenmiş ecele doğru hızlı bir şekilde akıyor. Hafızamızı yoklayalım, geçen sene bu vakitlerde pek çoğumuzun dilinde bir dua vardı: “Rabbim nice Ramazanlara hayırla eriştirsin.” Ama bu duayı edenlerin bir kısmı ve “âmin” diyenlerin nicesi bu senenin Ramazan’ını göremeden göçüp gittiler dünyadan. Zira Kitabullah’ın genelinde kendini akıp giden hayatın ortasında bulan insana o beklenmedik kesintiyi en başından hatırlatmak için “ölüm” kavramı “hayat” kavramından önce zikrediliyor; “varlığının kesintiye uğrayacağı o an, hemen yanıbaşında seni bekliyor” mesajı ile birlikte. Bu yüzden dua ipine temennilerimizi boncuk boncuk dizsek de seneye bu zamanlar Ramazan yine gelir ama biz burada olur muyuz o belli değil. Ancak Ramazan-ı Şerif’in gelmesi ile birlikte her sene güzel memleketimizde iki tür Müslüman profili ortaya çıkıyor. Allah’ın emir ve yasaklarını, helal ve haramlarını bilerek, farkındalıkla ve tahkik ruhu içinde uygulamaya çalışan kardeşlerimizi tenzih ederek bu iki grup insan profiline baktığımızda göreceğiz ki; Birincisi; dinin hükümlerini bilmeyen, daha çok anne ve babasından gördüğü gibi ibadet eden İslâm iddiasındaki kardeşlerimizin durumu. Bu grubun İslâmî yaşantısı daha çok taklide dayalıdır. Bu gruba dâhil olan kişi ailesinden ve gelenek göreneklerden öğrendiği kadarı ile Ramazan-ı Şerif’in önemini bilir ve elinden geldiğince ihya etmeye çalışır. Normal zamanlarda namaz kılmamasına rağmen Ramazan-ı Şerifte 5 vakit namazını ikame etme gayreti içerisindedir. Bunun yanında Ramazan ayının neşesi teravih namazlarına da devam eder. “Kuran Ayı” olan Ramazan-ı Şerif’te Kuran-ı Kerim okumaya başlar ve mukabeleleri de kaçırmaz. İnfakın önemini biliyorsa sadaka vermeyi de ihmal etmez. Ülkemizde Ramazan-ı Şerif’in 27. gecesi olarak belirlenen bin aydan daha hayırlı Kadir Gecesi’ni de güzel bir şekilde ihya ettikten sonra Mübarek Ramazan-ı Şerif’in son günlerini de geçirerek Ramazan Bayramı’na ulaşır. Ramazan-ı Şerif’in son günü ile beraber 1 aydır içinde bulunduğu yoğun manevi atmosfer de sona ermiştir. İkinci grup kimselerin Müslümanlığı mecazîdir ve sadece nüfus cüzdanındaki haliyle kâğıt üzerinde bir Müslümanlıktır bu. 11 ay boyunca İslam karşıtı faaliyetler yürütmekle beraber Ramazan-ı Şerif’te Müslüman kisvesine bürünürler. Rollerini de çok güzel oynadıklarını itiraf etmek gerek. 11 ay boyunca İslâm’ın aleyhinde adeta birbirleri ile yarışan bazı televizyon kanalları ve gazeteler Ramazan gelince hemen herkesten daha çok Müslüman olurlar. Ancak Allah, (başta kendi nefsim) İslâm iddiası içinde olan herkese Kur’an-ı Kerim’de, “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zâriyat, 56) buyurarak yaratılışımızın ve hayatımızın gayesini belirtiyor. Ayetin hükmünce anlıyoruz ki kulluk, devamlılık ister; onda kesinti olmamalıdır. Yani dünyalık işlerimizde kullandığımız tatil, izin, istirahat gibi unsurlar Allah’a kullukta geçerli değildir. Kullukta, şartlara göre özel kurallar ve ruhsatlar olabilir sadece. Dolayısıyla insan, ergenlik çağından ruhunu teslim edinceye kadar Allah’a kulluk yapmakla mükelleftir. İbadet ve iyiliklerde devamlılık, Rabbin rızasına kavuşmanın en önemli anahtarıdır. Bu sebeple salih amelleri ısrarla devam ettirmeli ve hayırlarda yarışmaya gayret göstermeliyiz. Bu konuda ariflerin “kitab-ül kübra” dedikleri kâinat kitabı bize aslında kulluğun nasıl olduğunu, olması gerektiğini çok açık örneklerle sunmaktadır. Misal; güneş, “ben bu gün doğmayacağım” diyebilir mi? Hayır! Gece, “hayır Yarabbi ben bugün kararmak istemiyorum” diyebilir mi? Hayır! Peki ya yaz mevsimi “hayır Yarabbi ben bu sene ısıtmayacağım, kış mevsimi bu sene canım hiç üşütmek istemiyor” dese aklınız alır mı? Almıyor değil mi? Çünkü kainatta insan dışında her şey sistematik bir düzen içinde kendi işini salise şaşmaksızın yapmakla mükellef kılınmış ve adeta programlanmıştır. İyi de ya bizler? Ruhen bağlılık yaşadığımız bu güzelim ayda elde ettiğimiz kazanımları neden sadece bu aya mahsusmuş gibi yaşarız? Mağfireti bol Mevlamız “Sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar Rabbine ibadet et.” (Hicr 99) emriyle kulluğun ömürlük olduğunu bildirmiyor mu? Ramazan-ı Şerif’te dinî şuur kazanmış insan, müslümanlığını Ramazan ayı ile sınırlayabilir, Ramazan’dan Ramazan’a Müslüman olabilir mi? Ramazan ayından sonra gömlek çıkarır gibi dinî hayatı eski gaflet gömleğini giymeye yönelebilir mi? En büyük kayıp, Allah Teâlâ’nın bütün kullarının mağfirete kavuşmaları için rahmetini sağanak gibi yağdırdığı bu ayda, hiçbir şeye kavuşamamak; en büyük zarar da Ramazan ayında kazanılan sevap ve güzelliklerin, sonrasında kaybedilmesi değil midir? Nasıl ki Rabbimizin bizlere ihsan ettiği el, ayak, göz, kulak gibi nimetlerden sadece Ramazan ayında istifade etmiyor, onları ömür boyu kullanıyorsak Allah Teâlâ’nın emirlerine olan itaatimiz ve yasaklarından kaçınmamız da sadece Ramazan ayına mahsus kalmamalı, son nefese kadar sürmeli değil midir? Bu yılki Ramazan mektebinden mezun olmak üzere iken anlamalıyız ki; Ramazan ayı hayatı nasıl yaşayacağımıza dair bir sahnedir sadece. Nefsin nasıl tezkiye edileceğini, aç kalarak açların halinden anlamayı, susuz kalarak kainatta verilen en büyük nimetlerden birinin su olduğunu benliğimize anlatan, temel ihtiyaçlarını karşılayamayan insanın nasıl aciz ve zavallı bir varlık olduğunu hatırlatan bir film şerididir. Yani Allah bu ayda  -haşa- egosunu tatmin etmek için kullarını aç ve susuz bırakıyor değildir. Orucun gayesi ayrı bir yazı konusu olsa da biz açlık, susuzluk ve çaresizliğin ne olduğunu 1 ay boyunca yaşadığımız halde halen insanlar yoksul, çaresiz, aç, kimsesiz ise bizim oruç anlayışımızda bir sıkıntı vardır.  Zira ezici bir çoğunluğun sadece açlık ve susuzluk olarak addettiği Ramazan ayının asıl gayelerinden biri yeryüzünden yoksulluğu, açlığı, yetimliği yok etmek ve ısrarla andığım gibi Allah’ın istediği cenneti infak, paylaşım, kardeşlik ruhu içinde bu dünyada inşa etmektir.  Bu yüzden kim ne derse desin bu dünyada cenneti inşa etmek için mücadele etmeyenlerin cennet beklentisi sadece bir ütopyadan ibarettir.  Çünkü İslam, bireysel konfor alanında yaşanacak bir din veya yaşam biçimi değildir. Acziyetimizin tüm inceliklerini farkettiğimiz ve bu farkındalıkla elde ettiğimiz kazanımlar etrafımıza rahmet, merhamet, şefkat, adalet dağıtmıyor; geçirdiğimiz Ramazan ayı bize bu kazanımları sağlamıyor ve elde edilmesi gerekn bu kazanımları geriye kalan on bir ayda yaşamamıza vesile olmuyorsa sadece midemize oruç tutturmuşuz demektir.  Peki ne yapmalıyız? Ramazan’ı ay olarak bitirebiliriz ama onun aşkını ve heyecanını bitirmemeliyiz. Ramazan’a veda ederken mü’min, asla ibadete ve itaate veda etmez, edemez. Bilakis hayırlarını devam ettirebilmek için Rabbi ile ahdini daha da sağlamlaştırmaya ve yaratıcısıyla bağını kuvvetlendirmeye çalışır. Bu yüzden de bir mektep olarak addedebileceğimiz Ramazan ayındaki kazanımları, ihlası, takvayı, itikadi ve teslimiyeti hayatın akışına salmamız gerekiyor. Zira kainatta hiçbir varlığın kendisine yüklenen görev ve sorumlulukları “hayır yapmıyorum” demek gibi bir lüksü yokken bu güzelim dini sadece 1 ay yaşamak gibi bir lüksümüz bulunmuyor. Elimiz, ayağımız, gözümüz, kulağımız vel hasıl-ı kelam tüm organlarımız nasıl ki yaşadığımız sürece bize hizmet etmekle mükellef ise; o organlardan sadece birinin yokluğu bizi eksik ve yarım bırakıyorsa aynı mükellefiyet ve bütünlük kullukta da söz konusudur. Öyleyse “din güzel ahlâktır” düsturunu şiar edinerek kul olmanın şuuru ile bize hibe edildiğini sandığımız emanetlerin hakkını eda etmenin ve zamanı geldiğinde bu emanetleri nasıl kullandığımızın hesabını vereceğimizin bilinciyle yaşamak; bunu kal (söz) ile değil hal (davranış) ile aile efradımızdan başlayarak ilkin yakın çevremizden akabinde de ulaşabildiğimiz tüm insanlık alemine yaymak zorundayız. Bu ayda okuduğumuz Kur’an-ı Kerim’i günlük istisnasız en az 2 saat okumayı alışkanlık haline getirmeli ve öğrendiklerimizi hayata tatbik etme çabasında olmalı, malımızı temizleyen infak, sadaka ve yardımlaşmayı bir yaşam tarzı haline getirmeliyiz. Bize sunulan nimetler içinde ihtiyacımız dışındaki her şeyden hesaba çekileceğimiz konusunu unutmamalı, ağzımıza aldığımız her lokmada, israf ettiğimiz her damla suda, fazladan aldığımız her giyside, beğenmeyip dolaba attığımız her ayakkabıda, günlük çöpe attığımız 17 milyon ton ekmekte (TÜİK 2019 verileri) fakirin, fukaranın, yetimin, düşkünün hakkı olduğunu unutmamalıyız. Aylık kazancımızın ihtiyaç dışında kalan bölümü ile yetimlerden başlayarak infak etmeyi bir yaşam tarzı haline getirmeli, her anı ve saniyesi canlı yayında olan ve kayıt edilen bu emanet yaşam içinde tüm bunların hesabını verebilecek şuur ve bilince ermeliyiz. Aile efradımızdan başlayarak her şeyi Allah’a havale etmek yerine O’nun görevlendirdiği bir kul olduğumuzun bilinci ile tüm olumsuzlukları gidermek adına canla başla mücadele etmeli, kötülüğün kanser gibi yayıldığı bu çağda “iyilik” iddiasında isek “pasif iyilikten” aktif iyiliğe” adım atmalıyız. Herşeyin “1” ile başladığı gerçeğinden yola çıkarak yetemediğimiz zamanlarda küçücük bir sivrisineğin koca cüssemize bir gece boyunca nasıl eza ettiğini anımsamalı, “her zorlukta bir kolaylık olduğu” müjdesini yol haritası edinerek bize yüklenemeyeceğimiz yükün asla yüklenmediğini anlamalı ve bu yaşamda hoş bir sada bırakma gayretini son nefesimize kadar sürdürmeli ve “Sen O’ndan razı, O da senden razı olarak Rabbine dön!” (Fecr 28) müjdesi ile her anımızı bayrama dönüştürmeliyiz. O yüzden “asıl Ramazan yeni başlıyor” idraki içinde bayram sabahından başlayalım gönüllerimizi Ramazan eylemeye. Bırakalım herkes bayram etsin, biz bir yetimin, bir yoksulun, bir yolda kalmışın, bir düşkünün, bir kimsesizin, bir darda kalmışın, bayramı olmaya niyetlenelim. Bir küçük hediyeyle, umulmadık bir yardımla, bir cebe (kendimizden bile gizli) sıkıştırdığımız üç beş kuruş harçlıkla, muhabbetin kaynağı olacak içten bir tebessümle, küslükleri yok edecek samimi bir selamla, yetimin başında şefkatle dolaşan bir avuç, yüreğine konduracağımız bir tebessümle, hiç olmazsa bir telefondan merhaba deyivermek suretiyle nice insanın bayramı olabileceğimizi unutmayalım. “Günahsız geçen hergün bayramdır” der İlmin kapısı Hz.Ali(ra) ya bu kez biz bayram olalım. Kimbilir belki de Ramazan olamayışımızın mahcubiyetini, kulluğu hakkiyle yerine getiremeyeşimizin ezikliğini bir başkasına bayram olmakla telafi edebilir, rıza makamına erebiliriz o zaman! Rabbe kul, Hz Muhammed Mustafa(sav) ‘ya ümmet ve tüm yaratılmışa hizmetkar olabilme duasıyla.
Ekleme Tarihi: 05 Haziran 2020 - Cuma

GELİN BAYRAM OLALIM!

GELİN BAYRAM OLALIM!

2020 yılı Ramazan ayı veda etmek üzere.

Zira hayat, hiç ara vermeden devam ediyor ve zaman, belirlenmiş ecele doğru hızlı bir şekilde akıyor.

Hafızamızı yoklayalım, geçen sene bu vakitlerde pek çoğumuzun dilinde bir dua vardı:

“Rabbim nice Ramazanlara hayırla eriştirsin.”

Ama bu duayı edenlerin bir kısmı ve “âmin” diyenlerin nicesi bu senenin Ramazan’ını göremeden göçüp gittiler dünyadan. Zira Kitabullah’ın genelinde kendini akıp giden hayatın ortasında bulan insana o beklenmedik kesintiyi en başından hatırlatmak için “ölüm” kavramı “hayat” kavramından önce zikrediliyor; “varlığının kesintiye uğrayacağı o an, hemen yanıbaşında seni bekliyor” mesajı ile birlikte.

Bu yüzden dua ipine temennilerimizi boncuk boncuk dizsek de seneye bu zamanlar Ramazan yine gelir ama biz burada olur muyuz o belli değil.

Ancak Ramazan-ı Şerif’in gelmesi ile birlikte her sene güzel memleketimizde iki tür Müslüman profili ortaya çıkıyor. Allah’ın emir ve yasaklarını, helal ve haramlarını bilerek, farkındalıkla ve tahkik ruhu içinde uygulamaya çalışan kardeşlerimizi tenzih ederek bu iki grup insan profiline baktığımızda göreceğiz ki;

Birincisi; dinin hükümlerini bilmeyen, daha çok anne ve babasından gördüğü gibi ibadet eden İslâm iddiasındaki kardeşlerimizin durumu. Bu grubun İslâmî yaşantısı daha çok taklide dayalıdır. Bu gruba dâhil olan kişi ailesinden ve gelenek göreneklerden öğrendiği kadarı ile Ramazan-ı Şerif’in önemini bilir ve elinden geldiğince ihya etmeye çalışır. Normal zamanlarda namaz kılmamasına rağmen Ramazan-ı Şerifte 5 vakit namazını ikame etme gayreti içerisindedir. Bunun yanında Ramazan ayının neşesi teravih namazlarına da devam eder. “Kuran Ayı” olan Ramazan-ı Şerif’te Kuran-ı Kerim okumaya başlar ve mukabeleleri de kaçırmaz. İnfakın önemini biliyorsa sadaka vermeyi de ihmal etmez. Ülkemizde Ramazan-ı Şerif’in 27. gecesi olarak belirlenen bin aydan daha hayırlı Kadir Gecesi’ni de güzel bir şekilde ihya ettikten sonra Mübarek Ramazan-ı Şerif’in son günlerini de geçirerek Ramazan Bayramı’na ulaşır. Ramazan-ı Şerif’in son günü ile beraber 1 aydır içinde bulunduğu yoğun manevi atmosfer de sona ermiştir.

İkinci grup kimselerin Müslümanlığı mecazîdir ve sadece nüfus cüzdanındaki haliyle kâğıt üzerinde bir Müslümanlıktır bu. 11 ay boyunca İslam karşıtı faaliyetler yürütmekle beraber Ramazan-ı Şerif’te Müslüman kisvesine bürünürler. Rollerini de çok güzel oynadıklarını itiraf etmek gerek. 11 ay boyunca İslâm’ın aleyhinde adeta birbirleri ile yarışan bazı televizyon kanalları ve gazeteler Ramazan gelince hemen herkesten daha çok Müslüman olurlar.

Ancak Allah, (başta kendi nefsim) İslâm iddiası içinde olan herkese Kur’an-ı Kerim’de, “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zâriyat, 56) buyurarak yaratılışımızın ve hayatımızın gayesini belirtiyor.

Ayetin hükmünce anlıyoruz ki kulluk, devamlılık ister; onda kesinti olmamalıdır. Yani dünyalık işlerimizde kullandığımız tatil, izin, istirahat gibi unsurlar Allah’a kullukta geçerli değildir. Kullukta, şartlara göre özel kurallar ve ruhsatlar olabilir sadece.

Dolayısıyla insan, ergenlik çağından ruhunu teslim edinceye kadar Allah’a kulluk yapmakla mükelleftir. İbadet ve iyiliklerde devamlılık, Rabbin rızasına kavuşmanın en önemli anahtarıdır. Bu sebeple salih amelleri ısrarla devam ettirmeli ve hayırlarda yarışmaya gayret göstermeliyiz.

Bu konuda ariflerin “kitab-ül kübra” dedikleri kâinat kitabı bize aslında kulluğun nasıl olduğunu, olması gerektiğini çok açık örneklerle sunmaktadır.

Misal; güneş, “ben bu gün doğmayacağım” diyebilir mi? Hayır!

Gece, “hayır Yarabbi ben bugün kararmak istemiyorum” diyebilir mi? Hayır!

Peki ya yaz mevsimi “hayır Yarabbi ben bu sene ısıtmayacağım, kış mevsimi bu sene canım hiç üşütmek istemiyor” dese aklınız alır mı? Almıyor değil mi?

Çünkü kainatta insan dışında her şey sistematik bir düzen içinde kendi işini salise şaşmaksızın yapmakla mükellef kılınmış ve adeta programlanmıştır.

İyi de ya bizler?

Ruhen bağlılık yaşadığımız bu güzelim ayda elde ettiğimiz kazanımları neden sadece bu aya mahsusmuş gibi yaşarız? Mağfireti bol Mevlamız “Sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar Rabbine ibadet et.” (Hicr 99) emriyle kulluğun ömürlük olduğunu bildirmiyor mu?

Ramazan-ı Şerif’te dinî şuur kazanmış insan, müslümanlığını Ramazan ayı ile sınırlayabilir, Ramazan’dan Ramazan’a Müslüman olabilir mi? Ramazan ayından sonra gömlek çıkarır gibi dinî hayatı eski gaflet gömleğini giymeye yönelebilir mi?

En büyük kayıp, Allah Teâlâ’nın bütün kullarının mağfirete kavuşmaları için rahmetini sağanak gibi yağdırdığı bu ayda, hiçbir şeye kavuşamamak; en büyük zarar da Ramazan ayında kazanılan sevap ve güzelliklerin, sonrasında kaybedilmesi değil midir?

Nasıl ki Rabbimizin bizlere ihsan ettiği el, ayak, göz, kulak gibi nimetlerden sadece Ramazan ayında istifade etmiyor, onları ömür boyu kullanıyorsak Allah Teâlâ’nın emirlerine olan itaatimiz ve yasaklarından kaçınmamız da sadece Ramazan ayına mahsus kalmamalı, son nefese kadar sürmeli değil midir?

Bu yılki Ramazan mektebinden mezun olmak üzere iken anlamalıyız ki;

Ramazan ayı hayatı nasıl yaşayacağımıza dair bir sahnedir sadece. Nefsin nasıl tezkiye edileceğini, aç kalarak açların halinden anlamayı, susuz kalarak kainatta verilen en büyük nimetlerden birinin su olduğunu benliğimize anlatan, temel ihtiyaçlarını karşılayamayan insanın nasıl aciz ve zavallı bir varlık olduğunu hatırlatan bir film şerididir.

Yani Allah bu ayda  -haşa- egosunu tatmin etmek için kullarını aç ve susuz bırakıyor değildir. Orucun gayesi ayrı bir yazı konusu olsa da biz açlık, susuzluk ve çaresizliğin ne olduğunu 1 ay boyunca yaşadığımız halde halen insanlar yoksul, çaresiz, aç, kimsesiz ise bizim oruç anlayışımızda bir sıkıntı vardır. 

Zira ezici bir çoğunluğun sadece açlık ve susuzluk olarak addettiği Ramazan ayının asıl gayelerinden biri yeryüzünden yoksulluğu, açlığı, yetimliği yok etmek ve ısrarla andığım gibi Allah’ın istediği cenneti infak, paylaşım, kardeşlik ruhu içinde bu dünyada inşa etmektir. 

Bu yüzden kim ne derse desin bu dünyada cenneti inşa etmek için mücadele etmeyenlerin cennet beklentisi sadece bir ütopyadan ibarettir.  Çünkü İslam, bireysel konfor alanında yaşanacak bir din veya yaşam biçimi değildir. Acziyetimizin tüm inceliklerini farkettiğimiz ve bu farkındalıkla elde ettiğimiz kazanımlar etrafımıza rahmet, merhamet, şefkat, adalet dağıtmıyor; geçirdiğimiz Ramazan ayı bize bu kazanımları sağlamıyor ve elde edilmesi gerekn bu kazanımları geriye kalan on bir ayda yaşamamıza vesile olmuyorsa sadece midemize oruç tutturmuşuz demektir. 

Peki ne yapmalıyız?

Ramazan’ı ay olarak bitirebiliriz ama onun aşkını ve heyecanını bitirmemeliyiz. Ramazan’a veda ederken mü’min, asla ibadete ve itaate veda etmez, edemez. Bilakis hayırlarını devam ettirebilmek için Rabbi ile ahdini daha da sağlamlaştırmaya ve yaratıcısıyla bağını kuvvetlendirmeye çalışır.

Bu yüzden de bir mektep olarak addedebileceğimiz Ramazan ayındaki kazanımları, ihlası, takvayı, itikadi ve teslimiyeti hayatın akışına salmamız gerekiyor. Zira kainatta hiçbir varlığın kendisine yüklenen görev ve sorumlulukları “hayır yapmıyorum” demek gibi bir lüksü yokken bu güzelim dini sadece 1 ay yaşamak gibi bir lüksümüz bulunmuyor. Elimiz, ayağımız, gözümüz, kulağımız vel hasıl-ı kelam tüm organlarımız nasıl ki yaşadığımız sürece bize hizmet etmekle mükellef ise; o organlardan sadece birinin yokluğu bizi eksik ve yarım bırakıyorsa aynı mükellefiyet ve bütünlük kullukta da söz konusudur.

Öyleyse “din güzel ahlâktır” düsturunu şiar edinerek kul olmanın şuuru ile bize hibe edildiğini sandığımız emanetlerin hakkını eda etmenin ve zamanı geldiğinde bu emanetleri nasıl kullandığımızın hesabını vereceğimizin bilinciyle yaşamak; bunu kal (söz) ile değil hal (davranış) ile aile efradımızdan başlayarak ilkin yakın çevremizden akabinde de ulaşabildiğimiz tüm insanlık alemine yaymak zorundayız.

Bu ayda okuduğumuz Kur’an-ı Kerim’i günlük istisnasız en az 2 saat okumayı alışkanlık haline getirmeli ve öğrendiklerimizi hayata tatbik etme çabasında olmalı, malımızı temizleyen infak, sadaka ve yardımlaşmayı bir yaşam tarzı haline getirmeliyiz.

Bize sunulan nimetler içinde ihtiyacımız dışındaki her şeyden hesaba çekileceğimiz konusunu unutmamalı, ağzımıza aldığımız her lokmada, israf ettiğimiz her damla suda, fazladan aldığımız her giyside, beğenmeyip dolaba attığımız her ayakkabıda, günlük çöpe attığımız 17 milyon ton ekmekte (TÜİK 2019 verileri) fakirin, fukaranın, yetimin, düşkünün hakkı olduğunu unutmamalıyız.

Aylık kazancımızın ihtiyaç dışında kalan bölümü ile yetimlerden başlayarak infak etmeyi bir yaşam tarzı haline getirmeli, her anı ve saniyesi canlı yayında olan ve kayıt edilen bu emanet yaşam içinde tüm bunların hesabını verebilecek şuur ve bilince ermeliyiz.

Aile efradımızdan başlayarak her şeyi Allah’a havale etmek yerine O’nun görevlendirdiği bir kul olduğumuzun bilinci ile tüm olumsuzlukları gidermek adına canla başla mücadele etmeli, kötülüğün kanser gibi yayıldığı bu çağda “iyilik” iddiasında isek “pasif iyilikten” aktif iyiliğe” adım atmalıyız.

Herşeyin “1” ile başladığı gerçeğinden yola çıkarak yetemediğimiz zamanlarda küçücük bir sivrisineğin koca cüssemize bir gece boyunca nasıl eza ettiğini anımsamalı, “her zorlukta bir kolaylık olduğu” müjdesini yol haritası edinerek bize yüklenemeyeceğimiz yükün asla yüklenmediğini anlamalı ve bu yaşamda hoş bir sada bırakma gayretini son nefesimize kadar sürdürmeli ve “Sen O’ndan razı, O da senden razı olarak Rabbine dön!” (Fecr 28) müjdesi ile her anımızı bayrama dönüştürmeliyiz.

O yüzden “asıl Ramazan yeni başlıyor” idraki içinde bayram sabahından başlayalım gönüllerimizi Ramazan eylemeye. Bırakalım herkes bayram etsin, biz bir yetimin, bir yoksulun, bir yolda kalmışın, bir düşkünün, bir kimsesizin, bir darda kalmışın, bayramı olmaya niyetlenelim. Bir küçük hediyeyle, umulmadık bir yardımla, bir cebe (kendimizden bile gizli) sıkıştırdığımız üç beş kuruş harçlıkla, muhabbetin kaynağı olacak içten bir tebessümle, küslükleri yok edecek samimi bir selamla, yetimin başında şefkatle dolaşan bir avuç, yüreğine konduracağımız bir tebessümle, hiç olmazsa bir telefondan merhaba deyivermek suretiyle nice insanın bayramı olabileceğimizi unutmayalım.

“Günahsız geçen hergün bayramdır” der İlmin kapısı Hz.Ali(ra) ya bu kez biz bayram olalım. Kimbilir belki de Ramazan olamayışımızın mahcubiyetini, kulluğu hakkiyle yerine getiremeyeşimizin ezikliğini bir başkasına bayram olmakla telafi edebilir, rıza makamına erebiliriz o zaman!

Rabbe kul, Hz Muhammed Mustafa(sav) ‘ya ümmet ve tüm yaratılmışa hizmetkar olabilme duasıyla.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve katilimcimaltepe.com.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.